|
Acı biber demetleri |
Istanbul ve Ankara’da
yaşayanların tatil deyince ilk akıllarına gelen yer Bodrum. Kış boyunca kapalı,
havasız ofislerde çalışanlar, yorgunluklarını atmak için yaz mevsiminin
gelmesini iple çekiyorlar. Yaza doğru erkekler arabalarının bakımlarını
yaptırırken, kadınlar bikinilerini giyindiklerinde daha “fit” görünebilmek için
rejime başlıyor, yeni plaj malzemeleri için AVM’leri dolduruyorlar. Topu topu
bir ya da en fazla iki haftalık tatil yapacak olan tatilciler Temmuz başında Bodrum’a akın etmeye
başlıyorlar. Yazlığı olanlar yazlıklarına, olmayanlar tatil sitelerine,
otellere, pansiyonlara doluşuyor, bol bol güneşleniliyor, denize giriliyor,
rakı-balık sofralarına oturuluyor, bir an önce emekli olup Bodrum’da yeni bir
yaşam kurma hayalleri kuruluyor, tatile çıkmadan önce zorla verilen kilolar
geri alınarak üzgün süzgün Istanbul’a, Ankara’ya dönülüyor ve bu süreç Ağustos
sonuna kadar böylece devam ediyor. Çoğu emekli olan yazlıkçılar ise genellikle
okullar açılmadan, Ağustos sonlarında kışlık evlerine gidiyor.
|
Reçeller, incirler, son mahsul çilekler |
Tatilciler Bodrum’dayken,
ilçenin 150 bin olan nüfusu 1 milyona yükseliyor, çarşı pazar, sahiller,
lokantalar, kafeler kalabalıklaşıyor, Bodrum merkezinin trafiği Istanbul’u,
sokakları İstiklal Caddesi kalabalığını aratmaz hale geliyor ve nihayet yaz
bitiyor, Eylül’e giriliyor: Bodrum’un en güzel mevsimi.
Sanılmasın ki
burada akıl hocalığı yapıyorum, çalışırken ben de çoğu zaman Temmuz-Ağustos’da
tatile çıkardım. Ama Bodrumlu olduktan sonra Eylül’ün değerini anladım.
Eylül’de Bodrum
boşalıyor. Etraf sakinleşiyor, bir elinde sigara paketiyle cep telefonu, öbür
elinde araba anahtarı dolaşan tipler kayboluyor. Bütün tatilciler böyle demek
istemiyorum, yanlış anlaşılmasın, ama böyle tipler çok göze batıyor. Buna
karşılık sağda solda daha çok yerli halk görülür oluyor. Örneğin Gümüşlük
Belediye Kahvesi’nde Temmuz-Ağustos’da yer bulmak zorken, yaz bitince masalar tenhalaşıyor,
tatilci müşterilerin yerini çilek üreticileri, balıkçılar, ilçeyi terketmek
üzere olan kafe, lokanta çalışanları, artık buraya yerleşmiş emekliler alıyor.
|
Gümüşlük Eylül'de tenhalaşmaya başlıyor |
|
Annem Eylül'de de Bodrum'da |
Trafik,
sakinleşmesinin yanında, daha güvenli hale geliyor. Tatilciler varken trafik
berbat çünkü burada. Özellikle kendilerini hala Istanbul’da sanan züppeler BMW,
Volvo, Mercedes’leriyle dar Bodrum yollarında hız yapıyor, makaslar atmaya,
anormal tehlikeli sollamalar yapmaya devam ediyorlar. Bunlar ya tatilde
rahatlamak gerektiğini bilmiyorlar, ya zamanları kısıtlı olduğu için acele ve
tehlikeli kullanmayı göze alıyorlar. Ama onların yüzünden her yaz kaç kez
tehlike atlattığımı ben bilirim. Hatta bir keresinde tek yön gidiş-tek yön
gelişli Ortakent yolunda önündeki arabayı hatalı sollayan bir BMW’liyle, son
hızla üzerime gelirken az kalsın kafa kafaya çarpışacaktım ki direksiyonu son
bir refleksle sağa kırarak nasıl kurtulduğuma hala inanamıyorum. Nitekim az
ileride kırmızı ışıkta durunca arkamdaki arabanın sürücüsü yanıma yaklaşarak
penceresini açıp, “tebrik ederim beyfendi, çok iyi kurtardınız, ne biçim araba
kullanıyor bunlar böyle...” demişti. Ne tuhaf, bu olaydan bir dakika sonra bu
kez beyaz, çok güzel bir Volvo hatalı sağlayarak hızla önüme geçti, az ileride
de ışıkta durmak zorunda kaldı! Burada pahalı markaları yazarak servet
düşmanlığı yapmaya çalışmıyorum. Benim de çok param olsa ben de o arabalardan
kullanırım. Ama ne yazık ki bu ülkede birçok paralı kimse cahil ve
zenginliklerini hazmedememiş durumda. Ama nedense, sıradan marka arabaların
sahipleri daha düzgün araç kullanıyor gibi geliyor bana. Oysa tatilci akını
dışında burada korna bile çalmıyorum. Herkes arabasını sakin, yavaş kullanıyor.
Hava sıcaklığı
Eylül’de “süt gibi” oluyor. Başka nasıl tanımlayabilirim... O kavurucu, nefes
aldırmayan yaz sıcakları gidiyor, yerine ılık bir hava geliyor.
Gümüşlük-Yalıkavak kuzeye baktığı için yaz aylarında zaman zaman sert rüzgarlar
alır, deniz dalgalı olur. Eylül’de ise rüzgar genellikle duruyor, deniz havuz
gibi sakin, durgun oluyor. Sıcaklığını da koruyor. Durgun olunca denizin rengi
bile değişiyor, açık maviye dönüşüyor. Çalkantılı, dalgalı denizde yüzmek
nispeten yorucu olduğu için, Eylül’de durgun denizde daha uzun süre
yüzebiliyorum. Yorulduğum zaman suyun üstünde sırtüstü yatıp dinleniyor, sonra
gene yüzmeye devam edebiliyorum. Saatlerce denizde kalabiliyorum. Su durgun ve
temiz olduğu için üç-dört metrelik yerlerde bile dipteki kum, balıklar rahatlıkla görülüyor, balıklar akvaryumdaymışım
gibi parmaklarımın arasından geçiyor, yüzmek çok daha keyifli oluyor. Rüzgarlı günlerde ise, yüzmek zorlaşıyor, ama Ege'ye açılan yelkenlileri seyretmek keyif veriyor.
|
Yelkenler yavaş yavaş açılmaya başlıyor |
Bodrum artık çok
kalabalıklaştığı için son yıllarda deniz kirliliği de başladı. Evlerin arıtma
suları yetmiyormuş gibi, yatların yarattığı kirlilik de arttı. “Ne ilgisi var”
derseniz, o kimisi milyon dolarlık yatlar sistinelerini, yani atıklarını
boşaltmak için marinaya gidip para ödemektense, denize bırakmayı tercih
ediyorlarlar. Hele bayram tatili sırasında onların yüzünden deniz o kadar
kirlenmişti ki, yazmayan gazete kalmamıştı. Günlerce denize girememiştim. Nasıl
bir kirliliktir bu, inanılır gibi değil. Denizin yüzeyinde 20-30 metrekare,
kirli-kahverengi bir yağ ve atık tabakası. İçinde atık olabilecek herşey var,
pislik, mazot, makine yağı, sigara paketleri, izmaritler, ambalaj malzemeleri, çikolata
paketleri, tuvalet atıkları... Sorumluları tabii ki, Istanbul, Ankara veya
yurtdışındaki işyerlerinin “saygın”, “kibar” patronları, “büyük” işadamları. Demek
ki kültürel ve etik zenginlik, maddi zenginlerimizin kafasına henüz girmemiş. Ama
neyse ki Eylül’de bunlar da gidiyor, deniz kendisini temizliyor.
Yazın denizdeyken
en büyük sıkıntım, sahildeki her kafeden, plajdan gelen saçma sapan Türk pop
müziği. Hadi Timur Selçuk, Bülent Ortaçgil çalsa birşey demeyeceğim. Ama hepsi
birbirine benzeyen, avazı çıktığı kadar bağıran arabesk-fantezi-pop denen,
müzikle hiçbir ilgisi olmayan, sözleri hiçbirşey anlatmayan ritmik, mekanik bir
gürültü kirliliği. Bari çalacaksanız, sesi sadece oturan müşterilerinizin duyacağı
yükseklikte açın, yüz metre açıkta yüzenlerin de duyması gerekmiyor ki. Bir de,
yahu burası deniz, sahil, müşterilerin yarısı da turist, bari, gene alçak sesle
olmak kaydıyla, reggae çalsanız, Hawai şarkıları çalsanız, o hafif Fransız şansonlarını, İtalyan şarkılarını, “O Sole Mio” gibi, “Volare” gibi klasikleşmiş Ege, Akdeniz şarkılarını çalsanız
daha akıllıca olmaz mı? Neyse ki Ağustos bitince yerli yabancı tatilciler
gittiği için sahiller, kafeler boşalıyor, müzik de yavaş yavaş duruyor, çoluk
çocuk bağırtıları bitiyor, rahat rahat, sessiz sakin yüzülüyor.
|
Annem Yalıkavak yolunda gecesefası tohumu topluyor |
Doğa da değişiyor Eylül'de. Gerçi ilkbahardaki yeşillik azalıyor, çevre pastel renklere boyanıyor, ama zeytinler olgunlaşmaya, mandalina ağaçları yeşil yeşil meyve vermeye başlıyor, incir hasatları yapılıyor, yaz çiçekleri solsa da mavi ve beyaz yaseminler, sonbahara dayanıklı çiçekler açmaya devam ediyor, karabiberler kızarıyor.
|
Gümüşlük pastele bürünmüş |
|
Eylül'de Gümüşlük sahili |
|
Komşum Sussie'nin bahçesinde zeytinler olgunlaşmaya başlıyor. |
|
Torba sahilinde bir zeytin bahçesi |
|
Mavi yaseminler (Plumbago) Eylül'de de faal! |
|
İncir... Kutsal meyvelerden biri. Diğeri zeytin. |
|
Bodrum'da çok karabiber ağacı var. Bunları biraz daha olgunlaştıktan sonra kullanabiliyoruz. |
Eylül’de Bodrum
pazarlarında yaz sebze-meyvelerinin yanına yavaş yavaş mandalina, portakal,
lime, elma, ıspanak, pırasa, kereviz gibi kış yiyecekleri de eklenir. Köylüler
bahçelerinden kopardıkları her derde deva kudret narlarını tezgahlara koyar,
bal, reçel, pekmezleri ortaya çıkarırlar. Lezzetli incirler, alacalı,
çekirdeksiz, sarı, siyah üzümler son çileklerin yerini alır. Ege bamyasını özellikle anmak lazım, çünkü onun kadar lezzetlisi yoktur. Bazıları yeşil, bazıları yeşilli morlu alaca olur. O kadar lezzetlidir ki, adına rock albümleri yapılmıştır, Eylül'de en çok yediğim sebzedir. Kalabalık azaldığı
için pazarcılarla sohbetler uzar, hal hatır sorulur, Eylül
sonunda Bodrum’dan ayrılacak olanlarla seneye görüşme sözleri verilir, fırsat
olursa bahardan önce tekrar gelmeleri dilenir, ertesi yıl gelindiğinde de,
mutlaka “hoşgeldin-hoşbulduk” sohbetleri yapılır. Velhasıl Eylül’de
pazarcılarla müşteriler arasında daha samimi ilişkiler kurulur.
|
Ege bamyası |
|
Kudret narları Temmuz ve Ağustos'ta büyümeye başlıyor, Eylül'e doğru içini açıyor. Şifa kaynağı. Ayrıca, adı üstünde, afrodizyak! |
|
Kızılcıklar Eylül'de pazara gelmeye başlıyor. |
|
Mandalina... İlk hasat. |
|
Domatesler hala lezzetli. |
|
Mısırın bollaşma zamanı |
|
Kaktüs meyveleri. Yol kenarlarından, bahçelerden de toplanabilir, ama zaten çok ucuz, pazardan da alınabilir, |
|
Yalıkavak pazarından bir tezgah |
|
Üzüm salkımları |
|
Renk renk üzümler |
|
Yalıkavak pazarı |
|
Alaca patlıcanlar. Pek ilgi görmez ama en lezzetlisi bunlardır. |
Peki, Eylül’den sonra
Bodrum’un tadı kaçıyor mu, hayır kaçmıyor. Burada Ekim’de de denize
girilebiliyor. En azından, hava Istanbul’dakinden daha ılık oluyor. Ha, kış
gelince başka tabii. Sık sık sağnak yağmurlar yağıyor, hava burada da soğuyor,
ama gene de doğa Istanbul’a göre daha yaşanabilir bir iklim sunuyor. Boşuna
dememiş Balıkçı: “Başka yerde nur içinde yatılacağına, burada nur içinde
yaşanır.”